Hayat Onlar için Daha Zor: Meşhur Münzeviler



1 - J.D. Salinger
J.D. Salinger'ın bütün edebiyatının hasılatını hepsi 1959'dan önce yazılmış, bir roman ve 13 küçük hikaye oluşturuyor. Son röportajının üzerinden ise 29 yıl, son hikayesini basmasının üzerinden ise 44 yıl geçti. Yine de Çavdar Tarlasında Bir Çocuk kitabına resmi olmayan bir son yazıldığında, hayranları sanki 90 yaşındaki yazar çırılçıplak soyunup sokakta koşmuş gibi tepki vermişti. Salinger geri dönmüştü! Yani, bir bakıma.

Aslında, hiç de öyle olmamıştı. Davayı Salinger'ın avukatları açmıştı ve yazar halka bir açıklama yapmamıştı ya da mahkemede görünmemişti. Edebiyat düşkünlerinin de bileceği üzere hiçbir zaman da görünmeyecekti. Salinger, 1951'de Çavdar Tarlasında Bir Çocuk kitabı basıldıktan sonra pek ortalarda görünmemeye başladı. Kitap hep yasaklanmıştı hem de ABD'deki okulların okuma listesinde bulunuyordu. Kitaba yapılan övgüler arttıkça, yazar da o kadar geri çekildi. Salinger, 1980'de röportaj vermeyi kesti. 1986'da ise Salingerarkadaşlarına ve hayranlarına yazdığı mektupların yeniden basılmasını engellemek için biyografi yazarı Ian Hamilton'a dava açtı.

Salinger'a dair bilinen her şey 2000'de kızının yazdığı Dream Catcher anı kitabından geliyor. Bugün yeni bir Salinger röportajı ya da yayını edebi bir fırtına koparır. Böyle bir şey olacağından da değil, Holden Caulfield'ın yaratıcısına göre hepimiz bir avuç sahtekarız.

2 - Howard Hughes
Howard Hughes hep egzantrik olmuştu. Milyarder iş adamı ve pilotun obsesif-kompulsif eğilimleri olmuştu. Bir keresinde bir film çekimi sırasında Jane Russell'ın bluzündeki bir hatası o kadar kafayı takmıştı ki, sorunu çözmek için eşsiz bir balenli sütyen tasarlamıştı. Ama sonunda Hughes çökünce kimse ne yapacağını bilemedi. 1947'de Hughes kendini karanlık bir film gösterim odasına dört aylığına kilitledi ve sadece çikolata yedi, süt içti. Daha sonra bir garsoniyer otelinden başka bir garsoniyer oteline geçti.

1950'de inzivaya çekildi ve hatta kontrolünü üstlendiği Trans World Airlines'ı ilgilendiren tröst karşıtı duruşmalara bile gitmeyi reddetti. Daha sonra eski Hollywood yıldızının Valium bağımlılığı, kadavraya benzeyen görünüşü, çarpık tırnakları ve yamuk yumuk sakalı hakkında dedikodular dolaşmaya başladı. Asla düzelemeyen Hughes, 1976'da kendi kendine çekildiği inzivada öldü.

3 - Greta Garbo
Greta Lovisa Gustafson olarak 1905'te doğan, Garbo Stockholm'ün kenar mahallelerinde büyüdü ve bir yapımcının onu yerel bir süpermarkette keşfetmesiyle oyunculuk hayatı başladı. 1930'lara gelindiğinde İsveç Sfenksi, çift cinsiyetli görünümü ve boğuk sesisyle ABD'li sinema izleyicilerini büyüleyerek beyaz perdenin ikonu haline gelmişti. Ekranda sarfettiği ilk sözler olan "Bana bir viski verin" daha sonra Oscar ödüllü 1932 yapımı Grand Hotel'deki dış dünyaya yaklaşımını çok güzel anlatan "Yalnız kalmak istiyorum" repliğinin gölgesinde kalmıştı. Aktris, Hollywood hayatının bütün süsünden kaçınmıştı, imza vermeyi reddetmişti, bütün röportaj tekliflerini geri çevirmişti, hayran mektuplarını cevapsız bırakmıştı ve film prömiyerleriyle ödül törenlerine gitmemişti. Hatta onursal Oscar sözüne rağmen 1955 Akademi Ödülleri'ne gitmeyi bile reddetmişti. İronik bir şekilde, onun spot ışığı altında olmama konusundaki ihtiyatlılığı Garbo'yu medya için daha çekici kılmıştı. Basından kendisini rahat bırakmasını istediği, nadiren yaptığı basın açıklamalarından birinde "Kendimi sadece rollerimle ifade edebiliyorum, kelimelerle değil ve bu yüzden basın ile konuşmayı engellemeye çalışıyorum" demişti. 1941'de, 36 yaşındaykenGarbo "geçici" olarak emekliye ayrıldığını açıkladı ve bu emeklilik 1990'da tek başına yaşadığı Manhattan'da ölene kadar tam 49 yıl sürdü. O hiç evlenmedi ve hiç çocuk sahibi olmadı. East 52. Sokak'taki evi fakirlik çektiği düşüncesini yanlış çıkarrıcasına pahalı mobilyalar ve sanat eserleriyle doluydu. Sadece oyma bir XV. Louis sandalyesinin yanında tuttuğu kelepir dükkanından alınma bir kardanadam kabartması hariç.

4 - Harper Lee
New York Times "Günübirlik Arkadaş Canlısı" başlığıyla bir makale yayımladığı zaman münzevi olduğunuzu anlarsınız. (Bu arada muhabir onu esprili ve çekici olarak betimlemişti.) 1960'ta en çok satan romanı Bülbülü Öldürmek basıldığından ve 10 milyon kopya sattığından bu yana Alabama yerlisi yazar değişmez bir şekilde, her ne kadar nazikçe olsa da röportaj tekliflerini reddetti. Her ne kadar arada sırada halka açık yerlerde gözükse de, Amerikan İç Savaşı'nda Konfederasyon Ordusu'nun Komutanı Robert E. Lee'nin uzaktan akrabası ve Pulitzer ödüllü yazar, çoğu zaman konuşmayı reddediyor. 2007'de Alabama Onur Akademisi'nde konuşma yapması istendiğinde seksenlerine gelmiş yazar basit bir şekilde, "Bir aptal olmaktansa sessiz kalmak daha iyidir" cevabını vermişti.

5 - Emily Dickinson
Emily Dickinson ders kitaplarına girecek bir münzeviydi. Ziyaretçileriyle kapılardan konuşurdu, çocuklara ikinci kattan sarkıttığı sepetiyle ikramda bulunurdu ve babasının cenazesini yata odasının mahremiyetinde dinlemişti. Hayatının son 20 yılında aile evini hiç terketmedi. 1800 şiirinin bir düzineden biraz daha azı Dickinson hayattayken basılmıştı. Bazı uzmanlar, Dickinson'ın münzevi davranışlarının sosyal anksiyete ya da başka zihinsel özürlerden kaynaklandığını iddia etmişti, başkaları ise yakın arkadaşlarının ölümüne ve ailesinin aşırı koruyucu tavrına bağlamıştı. Sebebi her ne ise Dickinson, hayattaki yalnızlığı ve ölüm üzerine eşsiz şiirleriyle tanınıyordu.

6 - Syd Barrett
Syd Barrett artık müzikle tatmin olamıyordu. Pink Floyd'un kurucu üyelerinden Barrett, iki albüm sonrasında grubu bıraktı ama yaptığı iki solo çalışma ile biraz daha tatmin buldu. Stars adlı başka bir grup kurmaya çalıştı ama üç performans sonrası dağıldılar. Barrett stüdyoya dönmeye çalıştı ama solo haklarını plak şirketine satması ve Londra'da bir otele yerleşmek için üç gün mücadele verdi. 1978'de parası tükenince, annesinin Cambridge'deki evine ulaşmak için 90 küsur kilometre yürüdü ve kamusal hayatını geride bıraktı.

Syd doğduğunda kendisine verilen ad olan Roger'ı kullanmaya başladı ve zamanını resim yaparak, bahçe ile ilgilenerek, sanat tarihi üzerine yayımlanmayan bir kitap üzerine çalışarak geçirdi. Halk arasında hiç görünmedi ve 2006'da öldü. Kayıtlara göre Barrett, müzikal geçmişinin hatırlatılmasından hoşlanmıyordu ve diğer Pink Floyd üyeleriyle irtibatı kesmişti. Barrett'ın kardeşi, onun halktan kaçınmasına en iyi mazeretlerden birini dile getirmişti: "Kendi zihnini o kadar sürükleyici buldu ki, dikkati dağılsın istemiyor."

7 - Bill Watterson
Altı yaşındaki bir haylaz ve onun peluş kaplanı ile maceralarının anlatıldığı çizgi roman Calvin ve Hobbes'un yazarı olarak Bill Watterson'ın çalışması dünya çapında 2400'den fazla gazetede yayımlandı. O, Ulusal Çizerler Cemiyeti'nin en yüksek onuru olan Ruben Ödülü'nü alan en genç çizerdi. Watterson, bu ödülü üç kere kazanacaktı. Kariyeri boyunca Watterson, sürekli çizgi romanının ticarileştirilmesi baskısına karşı geldi ve bunun karakterlerin değerini azaltacağına inandı. Büyük bir hayran ekibi olmasına rağmen Watterson çizgi romanının 1995'te günlük bitirme süreleri kısıtı ve küçük bölmeleri öne sürerek emekliye ayırdı.

O günden sonra halkın gözünün önünden de çekildi, röportajları ve kamusal alanlarda görülmeyi reddetti, imza vermedi ya da karakterlerinin lisansını satmadı. Bir süre için Watterson ailesinin sahibi olduğu yerel bir kitapçı dükkanında imzalı kitaplarını saklamaya başladı ama daha sonra hayranları onları daha yüksek fiyatlarda satmaya başladı. Watterson'dan bir daha ne zaman haber alınır bilinmiyor.

8 - Thomas Pynchon
Bütün münzevi romancıların arasında Thomas Pynchon en üst seviyede bulunuyor. 20. yüzyılın kurmacası üzerine en ufuk açıcı, gizemli ve genelde okuması zor eserlerini vermiş bu yazarla ilgili genelde hiçbir şey bilinmiyor ve yazar da bunu bu şekilde tutmak istiyor. Pynchon, 1963'te ilk kitabı V.'nin basılmasından bu yana basının ona ulaşmasını engelledi.

Ona dair de sadece birkaç fotoğraf bulunuyor. 1973'te Yerçekimi'nin Gökkuşağı kitabı Ulusal Kitap Ödülü'nü kazandığında Pynchon, ödülü kendi adına bir başkasının almasını istemişti. Yazar bütün reklam tekliflerini reddetmişti ama sadece birini kabul etmişti: 2004'te çizgi dizi The Simpsons'da görünmeyi kabul etmişti. Hatta Pynchon kafasına torba geçirilmiş karaktere kendi sesini vermişti.

9 - Dave Chappelle
Ünlü olmanın baskısı büyüdükçe, 50 milyon dolar bile bazı sanatçıların spot ışıkları altından kaçmasını engelleyemiyor. 2004'te Comedy Central ile sekiz haneli bir anlaşmaya imza atan Chappelle, mayıs 2005'te liste başı olmuş şovunu bırkatı ve üçüncü sezonun çekimmlerinin ortasında Güney Afrika'ya kaçtı. Geçmişe bakınca yavaş ama kesin olan erimesinin izlerinin gelmekte olduğu görülüyor. 2003'teki bir stand-up gösterisinde izleyicilere "Şovumun neden iyi olduğunu biliyor musunuz? Çünkü kanalın yetkilileri sizin benim söylediklerimi anlayacak kadar akıllı olmadığınızı söylüyor ve ben her gün sizin için savaş veriyorum. Onlara ne kadar zeki olduğunuzu anlatıyorum.

Ama sonra yanıldığımı anlıyorum. Siz çok aptalsınız" dediği iddia ediliyor. Güney Afrika'ya uçtuktan sonra, bir arkadaşında kaldı ve uyuşturucu kullandığına, zihinsel olarak gelgitler yaşadığına ve kanalla sorunlar yaşadığına dair söylentiler dolaşmaya başladı. Bunlardan sadece yaratıcılık konusunda yaşadığı sıkıntı davranış şeklini açıklayabiliyordu. Chappelle şovun yapımcılarını suçlamaktansa yakın çevresindeki birkaç insanın ve kendisinin bu strese yol açtığını söylemişti. Afrika'da geçirdiği birkaç haftadan sonra Chappelle Ohio'daki evine dönmüştü ama The Dave Chappelle Show'a asla geri dönmedi. 2005'ten beri de münzevi hayatı yaşıyor.

10 - Marcel Proust
Marcel Proust, zamanının çoğunu romanlarının da açıkça anlattığı gibi içsel monologlarıyla yalnız geçridi. Gergin, kırılgan ve hassas, Proust 30'larına gelene kadar hâlâ Fransız sosyetesinin demirbaşıydı. Ama 1903'te babasının ve 1905'te annesinin ölümünün ardından Proust'un sağlığı bozuldu ve gitgide o hızlı hayatını geride bıraktı. Proust kalan 17 yılını gerçek olmayan bir münzevi hayatında geçirdi ve romanları üzerinde çalıştı.

1919'da Proust, Paris'teki ses geçirmeyen evini çok az terkeder oldu. Yazarı dokuz yaşından beri rahatsız eden astıma karşı korumasın işe pencereleri kapatılan güneş almayan bir stüdyoda çalıştı. İzole olması onu hırpaladı. Yazar Leon-Paul Fargue'u o zamanlarda Proust'u soluk yüzlü ve elleri donmuş gibi gözükürken hatırlıyordu. "Dışarıda yaşamayan ya da günü yaşamayan bir adama benziyordu. Uzun zamandır meşe ağacından çıkmamış bir münzevi gibiydi" diye yazmıştı Fargue, Hazır ve Nazır Proust adlı kitabında.

3200 sayfalık başyapıtı Kayıp Zamanın İzinde'yi yazarken Proust genelde gündüzledi uyuyup geceleri çalıştı. Bir keresinde yazmaya kendisi öylesine kaptırdı ki üç gün uyumadı. Bir başka seferinde ise bir resim ile ilgili hafızasını tazelemek için Louvre Müzesi'ne yürüdü ama ancak oraya vardığı zaman gece yarısı olduğunu farketti. Proust, 1922'de James Joyce'la tanıştığında iki edebiyat dehası çok az konuştu. "Tabii ki durum imkansızdı" demişti daha sonra Joyce: "Proust'un günü yeni başlıyordu, benimkinin ise sonuna gelinmişti." Proust zatürre ve akciğer apsesinden 1922'de öldü. TIME