David Rieff, Susan Sontag’ın editörü, arkadaşı ve Philip Rieff’le ilişkisinden olan çocuğu. David Rieff’in, annesiyle olan mesafeli ilişkisini, bir anne olarak Susan Sontag’ı ve yazarın son yıllarında kanserle mücadelesini anlatığı kitabı Ölüm Denizinde Yüzmek Agora Kitaplığı tarafından yayımlandı
“Kendimi Vietnam Savaşı gibi hissediyorum, bedenim istila edildi, sömürgeleştiriliyor. Üzerimde kimyasal silahlar kullanıyorlar. Ve ben buna sevinmek zorundayım." Bu cümle Susan Sontag'ın hastalık tanımıydı, en azından kendi hastalığı kanserin tanımıydı. Sontag'ın Bir Metafor Olarak Hastalık - AIDS ve Metaforları kitabını bilmeyenler için belirtmek gerekir, Sontag bütün kanser savaşları boyunca notlar tutmuş ve çoğu bu kitabında yer almıştı. Yukarıdaki cümle ise yazar, aydın, insan hakları savunucusu ve daha nicesi olan Sontag'ın yazar ve akademisyen oğlu David Rieff'in anılarını anlattığı Agora Kitaplığı'ndan çıkan Ölüm Denizinde Yüzmek kitabında alıntılandı...
Dünyanın gırtlağına kadar battığı politik ve benzeri bir sürü sorun üzerine çok doğru ve parlak fikirleri olan bu kadının kendi hastalığı söz konusu olunca sözcükler gırtlağında düğümleniyordu. Ölümüne sebep olan ve bilmem kaçıncı kanser teşhisinden geçen bu yolda Sontag'ın yanında kalarak ona destek olma çabasını sarf edenlerin başında tek oğlu David geliyordu. Sontag 17 yaşında Philip Rieff ile evlenmiş ve sadece sekiz yıl süren bu evlilikte David doğmuştu. David ile olan ilişkileri ise değişikti, mesela ikili aynı zamanda iş arkadaşıydı. David, Farrar, Straus and Giroux yayımevinde annesinin editörlüğünü yapmıştı. O sabah, yani son teşhisi öğrenmek için doktoru ziyarete gitmeden önce karşılaşmalarını şöyle anlatıyor David: "Yine o zamanı düşündüğümde, anneme sımsıkı sarılmış ya da elini tutmuş olmayı isterdim. Ama ikimiz de birbirimize olan duygularımızı fiziksel yolla göstermezdik pek, insanların kriz anlarında en beter yönlerini ortaya dökmelerine ilişkin aramızda onca şey yazılmış ya da söylenmiş olmasına rağmen, en azından benim deneyimlediğim kadarıyla, gerçekten hissettiğimizin sınır çizgisinin berisinde kalanları göstermekle yetinirdik sadece. Annemle sözcükleri paylaşırdık ama, duygu yüklü olsalar da bu sözcükler, o anda Konfederasyon doları ya da Sovyet rublesi kadar değersiz kalırlardı. Diyeceğim, o sabah, ben kendi korkumu hatırlamamakla birlikte, onunkini bütün canlılığıyla tasavvur etmeye çalıştığımı hatırlıyorum."
Hastalığı öğrenmelerinden bir gün öncesinden başlayan aslında bir nevi David'in, annesinin hastalığı için tuttuğu günlük olan kitap Sontag'ın ölümüne kadar devam ediyor. Dokuz bölüm ve bir sonsözden oluşan kitapta Sontag'ın son teşhis karşısındaki tavrı, arkadaşlarının onu yalnız bırakmamak için her daim evde birilerinin bulunduğu anlatılıyor. Bir oğul olarak Sontag'ın nasıl gözüktüğüne dair birçok besleyici yorum bulunuyor kitapta: "Doğru mu bilmiyorum, ama benim izlenimim, annemin daima gelecekte yaşadığı. Son derece mutsuz geçen çocukluğunda, bir yetişkin olarak gelecekteki varlığı, kendini son derece uzak hissettiği ailesinden zincirlerini koparacağı zaman hakkında hayaller kurarmış. Babamla yaptığı duygusal anlamda yoğun ama bir o kadar da düzensiz ve imkânsız evlilik sırasında, kendi başına New York'ta sürdürdüğü bağımsız bir hayatın hayallerini kurduğuna inanıyorum -bir yazar hayatını kastediyorum, o zaman sürdürdüğü akademisyen hayatını değil."
David'in bu düşüncesi annesinin ölümünden sonra bile değişmemişti hatta işin ironik yanı bu düşüncenin daha da güçlenmiş olmasıydı: "Annem öldükten kısa bir süre sonra kişisel eşyalarının dökümünü yaparken, cüzdanında bir deste kart buldum: müzelere üyelikler, performans merkezleri, uçağa sık sık binenler için kampanyalar, lokantaların adresleri, sadece bu cüzdan bile gelecek güzergâhlarla doluydu."
Annesinin hayatı ne kadar sevdiğini ve aslında geçirdiği onca operasyona rağmen ona sıkı sıkı tutunduğunu hatta hayatta kalarak birçok doktorun istatistik tablolarında değişik bir yerde durduğunu anlatan David, annesinin hayatla ilişkisini de şöyle anlatıyor: "Onun bu dünyada var olma biçimini betimlemek için tek sözcük seçmek zorunda kalsaydım eğer, bu sözcük “arzulu” olurdu. Görmek, yapmak, denemek ve bilmek istemediği hiçbir şey yoktu." Yakın bir zamanda David, annesinin gençlik döneminde tuttuğu günlükleri yayımlama kararı almıştı. O günlüklerde de Sontag, 1946'da daha 16 yaşındayken de benzer düşüncelere sahipti: "Her şeyi yapmaya çabalıyorum. Her yerde zevke hazırlıklı olmalıyım ve onu bulmalıyım da çünkü o her yerde! ...Her şeyin önemi var!"
(Taraf Gazetesi)